25.12.2011


Siz hiç sinirlendiğinde "Andreadorya'lar"diye hakaret eden bir kimya hocası düşlediniz mi?
"Maydonoz kafalılar" ya da "sersem tavuk" da olabilir.
İnanın bana ben de düşlemedim.Düşleyemezdim de.Ama gerçekten böyle bir hoca gördüm.
İşte şu yukarda çizmeye çalıştığım robot resmin sahibi,Namık Kemal Şenhalojen.
Orta okul yıllarının kimyadan soğuduğum zamanlarına denk düşer derslerimize teşrifi.
Kendisi kimya öğretememesi,abuk konuşmaları ve orjinal hakaretleri ile ünlüdür.Evet kimya öğretemez ve bunun da farkındadır.
Kopya çeken öğrenciyi gördüğü halde görmemezlikten gelip,gözlerini kaçıracak kadar da düşüncelidir sayın Şenhalojen.
Neden öğretmen olduğunu ise hiç kimse bilmiyo.Ziyan ettiği derslerin bir kısmında çarpık kentleşmeden ve muhtar olursa(!) buna bulacağı çözümlerden bahseden
Şenhalojen,aslında içten içe muhtarlıktan başbakanlığa giden hayaller peşindeydi bence.
Hatta sınıfı bir kamuoyu yoklaması aracı olarak görüp,potansiyel oy oranını ölçerdi.
Belki,belki de şimdilerde mecliste falan da olabilir,bilmiyorum.Kötü biriydi diyemem ama kesinlikle karikatür bir tip ve onca yıldan sonra bile hatırlayıp aa gerçekten öyle biri var mıydı diye şaşırıp,güldüğümüz.
Hala öğretmenliğe şey yani öğretememeye devam ediyo mu bilmiyorum ama Allah mevcut öğrencilerine anlayış gücü,kopya çekme becerisi ve tahammul ihsan eylesin,amin.

11.12.2011

gidiyoruz bu


İnsanın doğup büyüdüğü ve hatta yaşlanmaya başladığı evini kolilerine ayırıp,karton kutulara pay etmesi çok acayipmiş.Toplanmak,gitmek.
Hayatımızda ilk defa taşınmıyı deniyoruz da.
Her şeyi ama her şeyi paketliyoruz.Hayatımıza şahit duvarlar,pencereler,kapılar hariç.Hım bir de mutfaktaki karıncalar.
Gelmeyiz diyip kolilenmeye yanaşmadılar.Başka bi yerde yaşamamışlar ve yaşamak da istemiyoruz dediler.İkna edemedim.
Tabi çocuklar da öyle.Yani bizim çocukluğumuz da bu evde koşup oynamaya,kapılara tırmanmaya devam edecek.
Beni en çok düşündüren ise biz gittikten sonraki evin haleti ruhiyesi.
Yani bence duvarların,kapıların bile hisleri var.Küçükken kolu sökülen peluş ayıya sakat muamelesi yapıp üzülen,kolunu sarıp sarmalayıp tedavi etmeye çalışan biri olarak hep böyle düşünümüşümdür.
Acaba biz gittikten sonra ne hisseder evden arta kalanlar.oh kurtulduk diyip parti falan mı verirler,üzülürler mi yoksa?
Yatağımın yanımdaki duvar mesela acaba beni özler mi.Ya da uyuyamadığımda gözlerimi dikip baktığım tavan?
Bilmiyorum belki de umurlarında bile olmaz.Ama yeni ev sahiplerini garipseyebilirler,biz de yeni evi.Yeni gelenler de bizim eski evi.
Acaba onlar için bir kullanım talimatı mı yazıp bıraksam.Yok talimat kelimesini sevmedim.Tavsiye yazısı mı bıraksam.
Mesela,üzüldüklerinde ya da canları sıkkın olduğunda mutfak penceresinden görünen minik gökyüzüne,geçip giden uçaklara bakabilirler ki iyi gelir her zaman.
Sonra arka pencereden manzaramız aşağı mahalle komşusunun çatı üstü kedileri de halden anlar.Tabi onları beslemeyi de unutmasınlar.
İnşallah yeni gelenler bu evde bıraktıklarımıza iyi bakarlar.

1.12.2011


 ''bu savaşı hangi tarafın kazanacağı kimin umurunda? ne için öleceğini bilen var mı? böyle ölmeye değecek hiç bir şey olamaz.''

Taegukgi Hwinalrimyeo...
 Az önce bitti.Ama biterken bitiren filmlerden.Gözyaşlarıyla bitenlerden.Kendimi çok yorgun hissediyorum.Bu gün etrafımdan kurşunlar geçti,cesetler üzerime yağdı,arkadaşlarım parçalandı ve yüzlerce kere öldüm ben...
Canım Kardeşim vardı,Sleepers,İçimdeki Yangın.Ama hepsinin toplamından bile daha çok yıprattı,üzdü,ağlattı. Taegukgi Hwinalrimyeo...İzleyin ama izletikten sonra içinizde dinmek bilmeyen bir ağlama hissi ile kalakalıyosunuz hayatın ortasında.Bu filme savaşın tiksinçliğini en iyi anlatan film demek az kalır izlediğim en gerçek film.

İzleyin ama kendinize dikkat edin,yaralanabilirsiniz...

27.11.2011

"bazı hafta sonları sinemaya gidilir. "

Aylardır heyecan ve merakla beklediğim Onur Ünlü filmi,Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi'ne dün itibariyle kavuştum.
Öncelikle söylemeliyim ki filme dair tahminim, Polis gibi hatta belki ondan daha matrak,Güneşin Oğlu'na ise daha yakın bir film olacağı yönündeydi.
Aslında filmin ilk kısmı bittiğinde tam da bu civarlardaydık.Ve ikinci kısmından da epeyce umutluydum.
Ancak ikinci kısımda absürtlük dozu artarken beklemediğim bir şekilde küfür dozu da arttı -küfürlerin çok rahatsız edici olduğunu da söylemem gerek.-
ve alelacele ya da gelişigüzel mi demeliyim bir bitişle son buldu.Bittiğinde hayal kırıklığına uğradığımı da itiraf ediyorum.
Çünkü aslında kadro,konu,hatta müziklerden oluşan karışım ve tabiki Onur Ünlü unsuruyla bundan çok daha güzel bir film olabilirdi.
Ama yine de izlenmeyecek ya da vakit kaybı sayılabilecek bir film diyemem.


 
Aslında benim en büyük korkum Onur Ünlü'yü Leyla ile Mecnun sayesinde tanımış ve filme sırf bu yüzden gitmiş insanlar.
Film tanıtımlarında da Leyla ile Mecnun'nun yapımcılarından diyerek dizi izleyicisi de filme çekilmişti.
İşte filme dizi hürmetine giden ve beğenmeyen izleyicilerin yaptığı olumsuz yorumlarda nerdeyse dizinin başarısı tamamiyle senariste bağlanmış ve film kesinlikle beğenilmemiş.
Onur Ünlü'yü sadece dizi ve Celal Tan ile tanımış insanlar belki de ister istemez dizi ile film arasında kıyaslama yapıp,haksızlık etmişler.
Kabul Celal Tan iyi bir tanışıklık olmadı bu insanlarla ama Onur Ünlü'yü anlamak için kesinlikle Beş Şehir'den başlayarak diğer filmleri de izlenmelidir.
Aslında Leyla İle Mecnun nasıl bir aklın ürünü olduğunu daha iyi anlayabilirler böylece ve hatta Ah Muhsin Ünlü ile tanışmalılar.
 neyse,
Filme dair olumsuz yorumlarım umarım sizi etkilemez.Belki aylarca beklemenin ve fazla beklenti içine girmenin bir sonucu olabilir.Zira okuduğum yorumlarda filmi çok beğenen insanlar da yok değil.

 Ve bir uyarı.Film bittiğinde Erdal Bakkal hiç bir zaman o eski Erdal Bakkal olmayabilir gözünüzde.Sanki Erdal bakkal nurten ablayı aldatmış ve siz de yakalamışsınız gibi garip bir his ve tiksinme durumu.

23.11.2011

"'bazı kediler rasyonalize olmak istemiyorlar."



 Yazdıklarımı siliyomuşum öyle söylüyolar.Saçmalıkları yazarken iyi de yazdıktan sonra okuma kısmı benim için eziyet.Sonra hop diye siliveriyorum.Zaten blogu da kaç kere silmeye kalkışıp silememiştim.Bi gün sileceğimi bile bile birşeyler ekliyorum buraya.Öyle bir psikoloji işte,kendine zerre güvenmeyen insan tipi.
Neyse... 
Aslında paylaşacağım muhteşem melodi için böyle bir girizgah yapmak istemezdim...
Hani bahsediyorum hep hayatıma fon müziği olmuş ve arada sırada ortaya çıkmayı bekleyen melodiler var diye.İşte onlardan biri bu ezgi,dinlediğim andan beri.
Öyle büyülü ki bir kere dinlemek bile kafanın içine yerleşip,hücrelerine işlemesi için yetip de artıyor.İçindeki hüzün o kadar derinki yaşanan acılara şahit olmuşsun gibi içindeki gözyaşlarını hissedebiliyosun.Ağlayan insanların hıçkırıklarını duyabiliyosun.

Aslında Özcan Alper daha önce de yapmıştı bunu.Sonbahar'ı izleyenler bilirler, finalde ,o tek sahne ve arkadaki ağıtın sarsıcı etkisi günlerce sürmüştü bünyede.İşte Gelecek Uzun Sürer filmi de bu bahsettiğim melodiyle son buldu ve sonundaki görsellikle birleştiğinde gerçekten yıkıcı bir etki bıraktı yine.Öyle ki film bitip yazılar çıktığında ve şarkı hala devam ederken koltuğa çakılı kalmışsın hissi.Omuzlarında bir yük var artık ve çıkamıyomuşsun gibi.Bilmiyorum amma da abarttın diyebilirsiniz ama gerçekten bendeki etkisi böyle oldu.Uzun zaman arayıp bulamamıştım,dün bulduğumdan beri dinledikçe dinlediğim o ezgi,o ağıt.

10.11.2011

"akşamları hava siyah oluyor."



Hayatımın en bitmek bilmez bayramıydı (!)
Cep telefonuna kestikleri kurbanın fotoğrafını çeken bir grup insan,zorla fotoğrafı gösterip kavurmaya yedirmeye çalıştılar.
Facebooktan onları engellediğimi anlayan bi takım uzaktan akraba bayram ziyareti adı altında kapımıza siyah çelenk bırakıp sessizce dağıldı.
-"Ee sizin çocuklarda bişey yok mu?
Biz,bizim 3 numarayı everdik,2 numaranın da süper bi işi var." diyen misafir görünümündeki insanların üstüne evimizin kadrolu hamam böceği Büdü'yü salmak üzereyken annem tarafından engellendim.Belirtmek isterim ki kendisi plastik bile olsa gerçek hamam böcekleri tarafından eğitilmiştir.
Uzun zamandır görüşemediğim ya da tamam kimi zaman bilerek ve isteyerek ektiğim arkadaşlarım tarafından sorgulanıp,gerçek hayat zırvaları dinleyip hayattan bi kez daha soğudum.Hiç biri de izlediğim filmlerle ilgilenmedi.En son erkek arkadaşlarından bahsederlerken sıkıntıdan baygınlık geçirmişim.
Gittiğim akraba ziyaretinden Leyla ile Mecnun'u izleyemeyeceğimi anlayınca herkes tıkınırken,kapının aralık olduğunu bi anda kaçıp eve kadar koştum.Çok şükür ki yetişebildim.İsmail Abi'yi gördüğüm anlarda,kabul ediyorum hayat bi ara bayram gibiydi.
Kavurma,kemik suyu çorba,parça etli nohut,kavurmalı pilavdan başka bişey pişmediğinden dört gün çay içip şekerlik içindeki yeni keşfim olan çikolin adlı şekerle beslendim.
Bayramın arkasından konuşmak gibi olmasın ama bittiği için seviniyorum.Yaşasın rutin günler ve hayal dünyamız!

24.10.2011

"ah beni de şu direğe bağlayın gitsin!"


 Artık buraya ne yazmam gerektiğini bilmiyorum.Ama daha fazla saçmalayamam.Kendi abuk sabuk sorunlarımdan,anlamsız umutsuzluklarımdan bahsedip sızlanamam.Bir haftadır üst üste gelenler...
Mutlu olmaya çalışma uğraşı bile beni utandırır etrafta bu kadar acı varken.Etrafta gerçekten sahici acılar varken,böylesine kuşatılmışken ,yaşamaktan bile utanır oldum.Belki de sıkıntıdan patlamam gerek.Ya da delirmem gerek.
Şu an bi yerlerde aç çocuklar var bi yerlerde üşüyen insanlar,bi anda hayatlarından olmuş hayatlarını kaybetmiş insanlar,paramparça olmuş aileler.Enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler var.Şu an bi yerde bi anne ağlıyo ve hiç bişey onu teselli etmeye yetmiyo.Şu anda bi yerde birinin kalbi çok kırık ve belki de az sonra infilak edecek.Bi asker var gelecek hayallerine dalmışken, aptal bi kurşun ona isabet edecek...
Yemek yemek,uyumak,gülmek? Sinir oluyorum kendime,bişeyler yapamıyo olmaktan dolayı hem de çok!

16.10.2011

Saçmalık Bunlar!


*Pes edip, ney kursunu bırakmaktan daha da kötüsü,tekrar kursa gitmeye karar verdiğinde karşında aynı hocayı görmek,hocanın seni seneler sonra tanıması ve bir daha kurstan kaçmayacağına dair bütün sınıf önünde söz almasıdır.
Dahası anlattığı kavramları önce sana sorar:
-evet bu ses neydi melek?
+ kem küm, la dügah mıydı acaba?
-hayır! sol rast!!
ve sonra uzunca bi müddet sınıfta kalmış öğrenci hissiyatı...

*Geçenlerde twitter'da Tarık hoca'nın bahsettiği öldükten sonra internet hesaplarımızın akıbeti konusu acayip kafama takıldı.Facebook vs.beni pek endişelendirmez ne de olsa akrabalar var belki cenaze törenim,7 ya da 40'ım için etkinlik bile oluşturup,insanları haberdar ederlerdi :)
Ama blogumun durumu ve benden sonraki geleceği ne olurdu?
Acaba buraya hangi süreyle bişeyler yazmazsam öldüğümü düşünürdünüz.
6 ay mı?, 1 sene mi?
Vasiyet yazmayı daha önce hiç düşünmemiştim.
Çalıştığım dönemde biriktirdiğim (ki bu ne biçim bir kelimedir böyle "biriktirmek")lakin günden güne azalan bi miktar param,bi kısım kitaplarım,laptop ve blogumdan başka bişeyim yokken sırf blogum için bir vasiyet yazmayı ve şifremi güvenebileceğim bir arkadaşıma bırkmayı ciddi ciddi düşünüyorum.En azından son postu girsinler,öldüğümü duyursunlar diye...

*Burda filmlerden bahsetmeyeli uzun zaman oldu ama ben son surat film izlemeye devam ediyorum.
Mayıs sonundan bu yana 173 film ve geçen cumartesi yani 8 ekimden bu güne ise 18 film izlemişim.
Evet hala bi rekor değil zaten amacım rekor kırmak da değil.
Ancak izlediğim filmlerin bana, hayatıma çok şey kattığını düşünüyorum ve hayatımın bu en verimli kısmı için çok da seviniyorum.
Evet bu kadar filme rağmen hala somut bir arşivim yok ama benim arşivim kafamın içinde :)
Selam durulması gereken filmlerden alıntılara ise yanda yer vermeye çalışıyorum.
Ancak blogger artık blogumun kontrolsüz büyümesine dur dedi.Yeni alıntılar için eskileri kurban vermek zorunda kaldım.Buna çare olarak ise çok önemsediğim replikler ve alıntılar kısmını kimi zaman post halinde atmayı düşünüyorum.Başka çare kalmadı.

5.10.2011

"portakalın içi de dışı gibi portakal rengidir."



"Bir zamanlar anadolu'da dersin böyle bir gece yaşamıştık.. anlatırsın işte masal gibi.."


İzleyin,hala izlemediyseniz mutlaka gidin,tarihe tanıklık edin.Dünyanın en güzel kavun toplayan adamı var bu filmde,en güzel kapıdan bakıp çıkan amcası,en etkileyici bakışlara sahip savcısı var,en talihsiz komiseri,en etkili finali var,gidin güzel insanlarla izleyin.


Sonra gidin Çeşme'ye. Ya da gitmeyin ,boşverin.Uzak ,pek çok uzak İstanbul'dan yani.
İzmir'den bile 100 km nerdeyse, ya da gidin gidin :)
Gitmek gerek bazen.
Çeşme'nin meşhur rüzgarıyla manzarayı seyreyleyin...

 Ve okuyun İtibar dergi çıktı.Türkçe Sözlü Hafif Bir Acı,biticek korkusuyla sindire sindire okunan muhteşem şiirler var.Tadı damakta kalan hikayeler,güzel güpgüzel insanlar var.
Kaçırmayın,bayinizden ısrarla isteyin :)

29.09.2011


Salı gününden beri manzaram bu şekilde,Çeşme de.

Annemlerle tatile gitmemek için yoğun çaba sarfettim,bahaneler uydurdum.Onlar bensiz kapıdan valizlerle çıkarken,pes ettiklerini,bağımsızlığımı ilan ettiğimi düşünürken,taktik değiştirdiklerini saatler sonra öğrendim.
Otele gider gitmez iki saattte bir arayıp gitttikleri yerin güzelliklerinden bahsetmek suretiyle baskı yapmaya başladılar.Sonra da baskının şiddetini arttırıp ve biraz da duygu sömürüsüyle beni ikna etmeyi başardılar.Pazartesi akşam yola çıkmak zorunda kaldım.Ben otobüsle seyehat etmeyeli,otobüsler kendilerini bi hayli geliştirmişler.Her koltukta küçük ekran ve tv,müzik,film seçeneği.Leyla ile Mecnun'nu pazartesi ,otobusün 23 numaralı koltuğunun minicik televizyonundan izlemek varmış kadarde.Mürekkep yüreği de bursa civarlarında izlemek.Salı sabahı ise yorgunluktan ölmüş bir şekilde işte bu manzaraya bakıyodum.

Aslında bu tatil dayımın iş yerinin kurasından çıkıp,birileri gitmediği için de piyangonun bize vurduğu plansız bir şey hani annemler için de sevinmiyo değilim.çünkü elli küsür senelik hayatlarında ilk kez böyle bir tatil yapma fırsatı buldular üstelik mütedeyyin ki bu sözcüğü cümle içinde ilk kez kullanıyorum,bi otelde ama ben burda olup bitenlerden hiç ama hiç memnun değilim.Şaşkınlıkla insanları izliyorum.
Bi kere bildiğin kolelik düzeni bu her şey dahil oteller.Zengin  şişko insanlara beş öğün yemek yetiştirmek,gün aşırı çarşaflarını değiştirip,çöplerini toplamak zorunda olan insanlar var burda.Sakın bana ne güzel iş imkanı işte demesin kimse hepimiz biliyoruz ki hakettiklerini alamıyolar.Biz alışkın değiliz böyle şeylere,babam da alışkın değil annem de.Topluyoruz tabaklarımızı kendimiz,rahatsız oluyoruz teyzenin biri odayı toplarsa.Ve rahatsız olduk gitmek istiyoruz evimize.Neyseki yarın burjuvalar ve elele ortalıkta gezinen balayı çiftleri arasındaki son günümüz. 

Manzarayı aklımıza kazıyıp belki de bi daha hiç uğramayacağımız bu topraklardan gidiyoruz.

21.09.2011

"yastık kanepenin üzerine konur. tekme atılarak düşürülür o"


Çocukluğumuzun evleri...

Kenarda mutlaka deve tabanı ya da dekoratif başka bir bitki.
Ortada üstünde bolca kül tablası bulunan kocaman sehpa,
Vitrin,vitrini çevreleyen sarmaşık,yer yer plastik çiçekler.
Genelde yeşil renkli olan kadife koltuk takımı.
Acayip şekilli, karman çorman halı ve altında damalı iki renk marley ya da muşamba tabakası.
Sonra vitrini süsleyen bi takım nikah şekerleri,dolap kapaklarına yapıştırılmış sakız çıkartmaları,futbolcu çıkartmaları.
Kapaklardan sarkan örme mısır ya da karpuz.
Vitrinde oyuncaklar,oyuncak bebekler,biblolar.
Büfe tabir edilen camlı bölmede tabak,çanak,fincan ve bardaklar,eski düğün resimleri ,aile eşrafına ait çeşitli vesikalık fotoğraflar.
Yine vitrin üzerinde duran kocaman alengirli dantel örtülü müzik seti ve büyük kasetli vhs video.
Duvarları kaplayan garip şekilli duvar kağıtları,manzara resimli tablolar ya da çeyizden kalma işlemeli figurler.
Yemek masasının üstünde naylanumsu örtü ve üzerinde plastikten elma ve üzümler.
Evin tavanından sarkan örme ip saksılık,orman ve ay çiçeği desenli,dallı budaklı perdeler.
Anne çeyizinden kalma yatak örtüsü,kenarda sandık ve üstüne istiflenmiş yorgan yığınları.
Başlarına naylon geçirilmiş halıdan direkler,ütü masası ve elektrik süpürgesi köşede.
İsmi makyaj masası olup hiç bir zaman bu amaçla kullanılmamış,puf adı verilen küçük taburesi de olan,
üstünde arko krem,parfum ve bir dizi tarağın bulunduğu aynalı zamazingo.
Yatak ya da divan altına saklanmış içi çamaşır dolu plastik sepetler.
Kimi evlerde rastlanan duvarda asılı ecza dolabı.
Acayip şekilli iğnelikler,nazar boncukları,maşallah yazısı ya da karınca duası.
Market ya da belediyenin dağıtmış olduğu takvim ramazan bitse bile duvardan indirilmeyen imsakiyeler.
Reklam amacıyla ya da promosyon olarak dağıtılmış olduğu halde evin baş köşesine asılmış reklamlı duvar saatleri.
Kütüphane adı verilse de hiç bu amaçla kullanılmamış olan,
daha çok çocukların dolap kapaklarının içine girmek suretiyle oyun oynadıkları iki kapaklı kanepemsi sedir.

Ve daha neler neler,bu liste böyle devam eder de eder... :)

11.09.2011


Babannemin bi iki üfledikten sonra, kızım bunun düdüğü düşmüş ,ondan ses çıkmıyo dediği İki Ney'e sahibim.
İlki,bildiğimiz su borusu kıvamında ,daha çok turistlik amaçlı satılan,süslü püslü Baba hediyesi.Babam alıp getirdiğinde o kadar sevinmiştim ki,günlerce ama günlerce ses çıkarabilmek için uğraşmıştım kendi kendime.
Evet biraz Su boruluğu vardır ancak süper ses çıkartabilme kapasitesine de sahiptir.Yani bunu sonradan öğrendim.Ney kursunda O'nu küçümseyen hocayı şaşırtacak derecede ney taklidi yapabilmişti kendisi.


İkincisi ise Konya'dan ve üstelik gerçek kamıştan tam anlamıyla bir ney.

Bir ay devam edip bıraktığım kurs yadigarı.Ve üstelik kış ayrı, yaz ayrı bakım gerektiren nazlı kamışlardan.
Uzun süre üflemezsen küser hem de.Benim suratıma bile bakmayışı bundan.

Yani durum şu ki ,evet ben elinde iki neyi olmasına rağmen -ve bunlardan ses de çıkarabiliyorum-
hala ney kursuna gitmeyen,Fa ve Mi'den korkan bir salağım.Durum net olarak budur.
Bu bahsettiğimiz mi ve fa ise gerçekten çıkarması en zor seslerden olup,cesaretimi kıran en önemli faktörlerdir.
Ancak yarın itibariyle gidip kursa kayıt olmaya karar verdim.Yani ney kursuna işte.
Bu sefer zoru görüp pes etmek yok.
Öğrenmeden kursu yarıda bırakmak hiç yok.

Ve günün birinde metro civarlarında ney üflemeye çalışan bir neyzenimsi görürseniz işte o benimdir ve olmayan kariyerime sokak çalgıcısı olarak devam ediyorum demektir.
Hiç olmazsa dinliyomuş gibi yapıp etrafta yalancı bi kalabalık oluşturabilirsiniz öyle değil mi? :)

1.09.2011



Haşlanmış yumurta kokusu ve tahin helvası-ekmek ikilisi tadında ilkokul yılları...

Genelde öğlenciydim ve öğlenci olmanın bütün acayipliklerini yaşadım diyebilirim.
Yani aa yarın yaparım diyip , ertesi gün geç kalarak aceleye getirilmiş ödevler,
sabahçılar şen şakrak okuldan çıkarken okula yol almanın verdiği hüzün,
Kışsa ve hava kapalıysa gece eve gidiyormuş hissi,vs.
Tek iyi tarafı biraz fazla uyumaktı ki onlar gibi erken kalkmasam bile
sabahçı kardeşlerimle aynı saatte uyumak zorunda olmak avantaj sayılırsa.
Annemle öğlene kadar izlemek zorunda kaldığım ya da tamam bi kısmın bilerek ve isteyerek izlediğim diziler var bir de.Okula ferhunda hanımlar ,manuela ve bir takım marialı dizileri izleyip gitmek benim ve diğer öğlencilerin kaderiydi.O derece ki sınıfta dizilerin akıbetini konuşanlar bile vardılar.
Düşünsenize 4.sınıftasınız ve gündeminiz Ferhunde Hanımlar'da ki meftune ile şukufe ve onların pekte Ankaralılara benzemeyen acayip şiveleri :)
Tamam bu konuyu hiç konuşmadık ama şimdi düşünüyorum da sahiden  onlar niye öyle acayip konuşurlardı ki...
neyse,
Okulu asmak biz öğlenciler için imkansızdır sonra.
Hastaysan sabaha iyileşme ihtimalin varken,hastaneye de yine sabahtan gidebilir ve okul vaktine yetişebilirsin.
Dahası anne ile birlikte gidilemeyen ev oturmaları kaçırılan,pasta,börek ve çörekleri saymıyorum .
Böyle sen okuldayken her şey olup bitmiş ve bişeyleri fena halde kaçırmışsın hissi.Çok feci!

Herşeye rağmen ilkokul yılları süperdir.Yani,hiç bir zaman unutmayacağın öğretmen ve arkadaşların hep aklının bir köşesinde hatırlanmayı beklerler.
O yıllara dair ıvır zıvır bir sürü ayrıntı da kafam da...
çöp kutusu başında kalem açarken yapılan sohbetler,
Bayram önceleri elişi kağıtlarıyla sınıfı süsleme çabaları...
Beslenme arasında ellerden bulaşan kırmızı kalem aromalı pembe renk haşlanmış yumurta tadı,
eski meyvesuyu şişesine konulmuş ve tadını hala muhafaza eden su şişelerimiz,en iyi kusmuk temizleyicisi talaş falan.
Yeni sayısı dağıtılan derginin heyecanı ile yeni öğrenilen şarkının mutluluğu.Ama bazen moda olan sanatçıların acayip şarkıları da söylenirdi ve müzik dersleri çekilmez bir hal alabilirdi üstelik isminiz melekse ve sınıftan biri müzik dersinde ısrarla "hadi hadi meleğim"
şarkısını üstelik tahtaya çıkıp söylüyosa ve bütün sınıf kafasını çevirip size bakıyosa... :|
 
Bütün bu abuklukları hatırlama nedenimse onca yıl sonra bulduğum değişmez sıra arkadaşımın ta kendisi oldu.
Büyümüş ,evlenmiş şipşirin bir oğlu olmuş,koskocaman anne olmuş ve en önemlisi beni unutmayıp aramış bulmuş.Hatıra defterimden fırlamış gibi,geçmişe dair eksik bi parçayı bulmuşum gibi.:)

17.08.2011

Uçar!



Agrin, atlarken elimden tuttu sanki;
Kaplumbağalar da uçar...
Aklıma geldikçe , ağlıyorum.

15.08.2011

6- yaz olunca karıncalara basmamalıyız.


Bizim mutfakta yaşayan sevimli karınca kardeşlerim,minik ev arkadaşlarım:
Sanırım bu aralar macera yaşamak istiyosunuz ya da hayattan çok sıkıldınız.
Yoksa lavabo çevresindeki sulak kesimlerde dolaşmanızı başka türlü açıklayamıyorum.
Ancak anlamalısınız ki sizi öldüremem.
Tamam küçükken eti puf kabında sinek ve arı dövüştüren bi kısım velete özenip sinek yakalamaya kalkıştığım doğrudur.
Ancak hiç bi zaman sinek ve arıyı aynı anda kapta tutamadım.Kaldı ki siz karıncalara karşı da hep saygılı olmaya çalıştım.
Hatta bi ara karınca çiftliği kurup size düzenli kırıntı vererek yaşamınızı izlemeyi bile düşünmüştüm.
Hal böyle iken lütfen serinlemek için başka bir yol seçin.eğer niyetiniz gerçekten ölmekse nolur intihardan ve üstelik bu toplu ölümden vazgeçin.
Hayat güzel,yaşamaya değer falan demiycem ama daha yemeniz gereken kırıntılar,hazırlanmanız gereken kışlar var ve üstelik intiharında ne kadar günah olduğunu
bildiğinizi sanıyorum.Lütfen ama lütfen küçük su birikintilerinden uzak durun bi kaçınızı kurtarmış olsam da
hepinizi birden kurtarmayı başaramayabilirim öyle değil mi?
Hem yeterince günahkar biri olarak günahlarıma karınca ölümlerini de eklemek istemiyorum.
Yani bi canlının ölümüne sebep olmak istemiyorum.
Umarım beni anlamışsınızdır.
Atom Karınca'ya saygılarımla,
Sizi seven bulaşıkçı başı melek...

2.08.2011

Yeraltından Notlar



Tahmin edebileceğiniz gibi Dostoyevski'nin bu notlarla ilgisi yok .
İstifa ettiğim hatta arkama bakmadan uzaklaştığım son işimden;arşivden,arşiv günlerinden arşivlediğimiz bi takım dökümanlar.
Yerin bi hayli dibinde,üstelik havasız ortamda ve üstelikte acayip insanlarla çalışıyosanız ve
etrafta iş gereği bi dolu kalem ve kağıt da bulunuyorsa saçma sapan şeyler çizmek olağandır.
Bi takım komiklikler çizilir,notlar düşülür ve elden ele dolaşır.
Aslında bu çizgiler ruhumuzun derinliklerindeki imdat çağrılarıdır da.
Ya da oksijen eksikliğine bağlı,beyne giden oksijenin azlığından kaynaklı delirmelerdir.:)

Şöyledirler: :)


içten gelimsel dışa vurumsal..Arkadaki ayıcık sıkılmış bir ruhun özgürlüğünü temsil ederken ...
çocuğun koca kafasının günün yorgunluğuyla şiştiğini görüyoruz...
evet berbat bir gündü.Çizdiğim günü net olarak hatırlayabiliyorum...
Yukarıdakiler işten kaçma sebebimiz komedi dans üçlüsü.
Bu robot resmi buraya ekledim çünkü bu üçünü herhangi bi yerde görmeniz halinde
panik yapmadan ortamdan en kısa sürede uzaklaşmalısınızdır.Şef bozuntusu ve yaverleri ellerde telefon ve baskın kolonya kokusuyla belirirler.Laf taşıma,dedikodu ve iki yüzlülük en belirgin özelliklerindendir.
Asuman Ülkü... oraya katlanma sebebim ve işten birlikte ayrıldığımız bi kaç arkadaşımdan biri olup O'na neden bunu çizdiğimi hatırlayamıyorum.
Sanırım bir gönül alma çabası olabilir.

Bu ucubelerden sadece alttakini ben çizdim.Ama  makyajı yapan ben değilim. :))

1.08.2011



Şu aptal,manasız,çekilmez hayat bir oyunsa madem;
hayatımızın bonus günleri,üstelik şeytanlara da nanik yapabildiğimiz,kutlu mutlu,en anlamlı otuz günü,sıcaklara da rağmen,yine tam vaktinde yetişti.
Ayların süper kahramanı daha gelirken bile gidişinin,yerini alelade günlere bırakışının hüznünün yaşatsa da,tadını çıkartmamız gereken günler bizi bekler.
Dua ederiz,çok,pek çok dua eder,değişir ve hatta umut bile ederiz.
Hey ,çok iyi çocuklar olursak şirinleri bile görebiliriz.:)
Yani, mutlu Ramazanlar ...

21.07.2011



Hayatıma eşlik eden fon müzikleri vardır hep.Bunlar arada sırada dilime dolanan şarkılardan farklı olarak hep bi yerlerde çakılı ve ortaya çıkmak için uygun zamanı bekleyen melodilerdir.Aralarına yenileri katılsa da pek değişmezler.

Neşeli zamanlarda hep bi çizgi film aroması.Susam Sokağı başlarken ki tarifsiz mutluluk.Clementine'li heyecan,merak ve endişe,Dinozor Denver - ki gelmiş geçmiş en iyi çizgi film müziğidir bence- başlarken hissettiğim coşku ve Mock&Sweet müzipliği.

Hüzünlü zamanlarda ille de İncesaz,ille de ney.Yeni Türkü,Le moulin ile Yann Tiersen.Yalçın Tura'nın Umutsuzları bazen.Bazen de Canım Kardeşim filminin insanı perişan eden melodisi.Old Boy-The Last Waltz sonra.to bid you farewell ya da iki yol. Tom Waits amca var bi de.Ve bir de Khan Baji.

Sonra,sonra o muhteşem melodi çıkar ortaya.Kemal sunal filmleri içinde beni en çok etkileyen filme dair. En büyük Şaban ve  Cahit Oben tabiki.Filmle birlikte parça tesirli bomba etkili o melodi.Mutlu ya da mutsuz zamanlar diye ayıramazsın ama.Umut ve hüznü bir arada barındırır ve her daim fon müziği olabilir hayata.

9.07.2011

Aslında Jigglypuff'ın Bunla Hiçbir İlgisi Yoktu...


Memurus olma hayallerim adım adım suya düşerken,
Fenerbahçe zor günler geçirirken,
işsis,güçsüz,avareyken,
bilgisayarım da bozulmuşsa
tüm bunlar yetmez gibi Leyla İle Mecnun sezon finali yapmış,tatile girmişse,
üstüne üstlük izlediğin filmlerde buram buram acı varsa,
dikkat!
Sigaraya başlar gibi arabeske başlayabilirsin.
Hem de benim gibi bu abartılı müziği hiç sevmeyen biri olsan bile.
Hal böyleyken,Leyla ile Mecnun'nun sezon finalinde,zaten üzgünüz,İsmail abisiz naparız diye düşünüyoruz,al sana daha da üzül der gibi fonda beliren Ferdi Tayfur'un ağlamadan uyumayanlara tercüman olduğu şu şarkı öldürücü darbeyi vurmuştur.
Tebrikler!
Artık sen de arabesk dinleyicisi olmuşsundur.
Tarihimin sevdiğim ilk arabeski,tüm nakavt olanlara gelsin,gölgedekilere gelsin.
Hep beraber ağlayalım diye.:)


Arabeskten nefret edenler için muadil damar: :)

3.07.2011



...Her zamanki yerimizde oturmuş etrafı incelerken kapıda Zeki Demirkubuz belirdi.
Kalabalık kafede boş masa arıyordu ve yanımızdaki masa bomboş O'nu bekliyodu.
Etrafa bi göz attıktan sonra,
Bingo!
Evet oraya oturuverdi işte.Ünlü yönetmen yanıbaşımızda çay içiyodu şimdi.
Az sonra Mete Çubukçu teşrif etti mekana ve dosdoğru Zeki Demirkubuz'un yanına, dolayısıyla yanıbaşımıza.
Etraf bi anda ünlülerle dolmuştu sanki.Biz bi umut Tarık Hoca'nın izini sürerken hoca aramasın mı üstelik.
off tamam dedim şimdi gelicek ve yan masayla birlikte muhteşem bi sohbetin şahitleri olucaz.
Acaba gelecek mi,heyecan hat safhada.
Sonra kafenin uzak köşelerinin birinde- ufukta- Ufuk Bayraktar belirdi.
işte tam o sırada uyanmışım diyeceğimi sanıyosanız yanılıyosunuz çünkü bütün bunlar gerçekti.:)
Yani dün Cihangirdeki film teslimatı kafesinde cereyan etti.
Tarık Hoca bizi teğet geçse de -ki işlerinden ve yoğunluğundan dolayı -yine de olağan dışı bi cumartesiydi .

Sonra Cihangir Camii vardı bir de bak,süpriz gibi insanın karşısına çıkan boğazla birlikte...
Cemaati bi hayli az olduğundan biraz boynu bükük dursa da Boğaz'ın arkadaşlık ettiği ve üstelik
kıblesi denize doğru olan O camiye gidip,muhteşem manzarasını seyreyleyin kesinlikle.
Ayrıca namaz kılıp,dua edebilir ve hatta bahçesinde kitap da okuyabilirsiniz :)



26.06.2011

Hatırlatma (!)

 
 "Hatırlat da haziranın sonlarında çocukluğumu yakalım!"
Ah Muhsin Ünlü.

evet,
kiminkinden başlıyoruz?

20.06.2011

 
 
 
Ne alaka demeyin ama ben Ajda Pekkan'ı hiç mi hiç sevmem.Hatta belki de bu ülkede onu sevmeyen tek kişi
bile olabilirim.Tıpkı Türk işi şeytan filminden korkan tek insan olduğum gibi :]
Mesela Burger Kingteki sufleyi seven tek insan da ben olabilirim.
Ciddi şüphlerim var bu konuda.
Sıcak kek üzerinde dondurma ve evet kime tavsiye ettiysem seven çıkmadı benden başka.
Aslında bu acayiplikler listesi uzayabilir de.ama benim anlatmak istediklerim bunlar değildi.
Geçen cumartesi Cihangirdeydim.Off bu arada cümle çok fiyakalı oldu.:)
Hani şu entel,insanların ve bi takım ünlülerin uğrak yeri olan kafelerden birinde vakit geçirme şansım oldu.
Birbirine karışan sohbetler arasında epeyce etrafı gözlemleme fırsatım da.
Çok garip geldi bana en başta.Yani yol kenarı ve ne biliyim öyle manzaralı falan bi yerde olmamasına rağmen tıklım tıklım masaları görmek.Ve böylesi mütevazi ortamda bi takım ünlülerle karşılaşmak.Sanırım onları cezbeden ortamın sadeliği ve rahatlığı.Ve Çay! Çayları çok ama çok güzel :)
Az daha unutuyodum.İki masa ötemizde Mazhar Alanson vardı.Hemen yanıbaşımızda tvnetteki Kadın spikerlerden bi tanesi ve yan masada Sermet Yeşil.:)
Biraz daha şanslı olabilseydim Tarık hocam'ı da görebilecektim.
Sonraa izlediklerime geçelim.Haftaya yine epeyce film sığdırabildim.
sırasıyla: "Bekleme Odası","Fried Green Tomatoes", "Black Cat,White Cat","Kara Köpekler Havlarken","Six Shooter",
"La Haine".Ve Gökhan'dan yeni aldığım filmler içinden de "Sonbahar","Süt" "Before The Rain" ,"Kader" ve en sonunda Beş Vakit'i izlemiş bulunmaktayım.
Hepsini ayrı ayrı anlatmaya benim kelimlerim yetmez sanırım.
Ama özellikle Sonbahar,Before the Rain,Kara Köpekler Havlarken,Kader ve Beş vakit beni benden alan filmlerdi.

13.06.2011




Tarihimin film izleme rekorunu 1 haftaya sığan 10 filmle kırmış bulunuyorum,
sadece benim katıldığım bi film festivalindeymişim gibi.
Bu hafta Dünya sinemaları arasında daldan dala atlama fırsatı da buldum.
Uzak doğu,Orta doğu,Balkanlar ve Avrupa sineması tabi türk filmleri ve hollywoodla birlikte.
Pazar günü Amelie tadında "Korkuyorum Anne".
Utanarak söylüyorum ki Reha Erdem'in izlediğim ilk filmi oldu.
Sonrasında "Beş Vakit","A Ay","Kosmos" filmlerini de izlenmek üzere listeye ekledim.
The life Of David Gale,Lemon Tree,Orphan,Donggam,Savrseni Krug,
Adam's Aebler,The Orfanato,Masumiyet ve my sassy girl (Yeopgijeogin geunyeo)
sırasıyla izlediğim diğer filmler.Çarşamba günü Leyla ile Mecnun'dan hemen sonra bi kez daha izlediğim
Uzak İhtimal'i de unutmayayım.Hepsinden ayrı ayrı bahsedip kafa ütülemiycem ama bazıları mutlaka izlenmesi gerekenlerden ve onlardan bahsedilmeli.
Onlardan biri,Savreni Krug (kusursuz çember)


Bosna savaşı,sırp kuşatması altındaki Saraybosna,
ailelerini kaybetmiş biri dilsiz iki çocuk ve onlarla yolu kesişen,
alkolik şairin hikayesi.
Savaştan kaçanlar,kaçmaya çalışanlar ve yokluk içinde sıkışmış insanların hikayesi.


 

Sonra Danimarka sinemasının bol ödüllü kara mizah örneği Adam's Aebler(adam'ın elmaları).Aynı zamanda İzlediğim ilk Danimarka filmi.
Filmi başlarda pek sevmediysem de çok değişik konusu ve süprizlerle dolu finali çok ama çok hoşuma gitti.Yer yer hüzünlü ama bi o kadar da komik.



Donggam ve Yeopgijeogin geunyeo filmleriyle de CHAN WOON PARK'tan sonra Uzak doğu sinemasının farklı bi yüzü ile de tanışmış oldum.Romantik,komik sevimli çekik gözlüler :]

Ve tabi Lemon Tree ve hala izlememiş olanlar varsa Masumiyet ve Uzak İhtimal de izlenmelidir.


 Hey, yine filmlerden bahsettim ya da bahsedemedim biliyorum ama film arası hayat gerçekten çok çekilmez.:|

4.06.2011

all is well




Hayatımı filmlerle anlamlandırmaya devam ediyorum.
Geçen cumartesiden beri Polis dışında izlediğim filmler sırasıyla;
Big Fish,
the nightmare before christmas,
Sevmek Zamanı,
chin jeol geumjassi[sympathy for lady vengeance ] ve
3 İdiots.

Haftaya Tim amcayla başlamak çok güzel oluyomuş ve Big Fish'i izleyip uykuya dalmakta öyle.Filmi izlemek güzel bi rüyadan uyanmak gibi.
Sonra jack skellington ve Sally...

Kendileriyle ilgili bi dolu tişört,çanta,vb. şeyleri görmüş olsam da tanışıklığımız yoktu:)
Corpse Bride tadında.O'nun kadar olmasada güzeldi.
oogie boogie man,dr finkelstein gibi karakterler ve hayalgücünü aşan ayrıntılar da öyle.

Ve 1965 yapımı Metin Erksan Filmi "Sevmek Zamanı"...Bambaşka bi film kesinlikle bambaşka.
Yıllar öncesinden sanki bugün çekilmiş gibi.İzlediğim en farklı Türk Filmi.
Yeşilçam'dan fazla,bağımsız,farklı bi anlatım.
İzlediğim en farklı aşk tanımı.
Uzun az diyaloglu sahneler,Yağmur,siyah beyaz eski İstanbul eşliğinde mükemmel bi film ve müşfik Kenter de öyle.
"Gelmiş geçmiş en iyi Türk Filmi" iddiasında bulunmakta mümkün ama ben "Gelmiş geçmiş en iyi aşk konulu Türk filmi" demeyi tercih ediyorum.
özellikle de "Muhsin Bey" aklıma gelince :)

Nerde kalmıştık Chan-wook Park filmi,chin jeol geumjassi.
İkincisi Old boy olan Chan-wook Park'ın intikam üçlemesinin son filmi.
Old Boy kadar rahatsız edici olmasa da O'nun kadar sert,hüzünlü,güçlü anlatım.
Benim gibi Uzak doğu filmlerine alışkın olmayan bünyelerde yan etkiler bırakabilir.
soundtrackler ise mükemmel.

ve bugün izlediğim 3 idiots.Hint filmlerini pek sevmem.
Bu yüzden biraz önyargılı yaklaşmıştım filme ve izlemeden önce de saatlerimi alacağını bilmiyodum.:)
Ama hiç sıkılmadan izledim.Zaman zaman gözlerimin dolduğu da oldu ama filmi kocaman bi gülümsemeyle bitirdim.Ve bu gülümseme hali bütün güne yayılabilir.:)
Hint filmlerine özgü dans sahneleri dışında mükemmeldi,anlamlıydı da üstelik.
Rancho karakterine hayran kaldım bir de.
Benim için Marty Mcfly'dan sonra en sevdiğim,unutamayacağım ikinci hayal kahramanı ünvanına sahip oldu kendisi.
Evet Üç saat uzun bi süre ama bence vakit kaybı değil.

Şimdilik bu kadardı işte,
Güzel bi haftanın özeti.

29.05.2011



“öldürmek kesin konuşmaktır ama bir insanı tabanca ile öldürmek teorik olarak mümkün değildir.”
"biliyorum beni biraz kaba buluyorsun ama şiddete meyyalim vallahi dertten "
“yoksa mezarcıların emekli olurken küreklerini gömdüklerini mi düşünüyorsun?”
"hazırlayabildiğin kadar bomba hazırla, bulabildiğin kadar silah bul, edebildiğin kadar dua et; allah bizimledir oğlum
 
Musa Rami.

Cumartesi'den bu yana çok değerli bir film arşivinin küçük bi kısmını elimde bulunduruyorum.
Daha da iyisi diğer kısmının da listesinin elimde olması :)
Çok daha iyisi de izlemem gereken,not aldığım filmlerinde aralarında olması.
Bence define gibi bişey buldum diyebilirim.
Bu yüzden biraz heyecanlıyım.
Hepsini bi çırpıda izleyip bitirmemek için kendimi zor tutuyorum.
Ama zor da olsa ilaç niyetine her gün bi tane izlemeye ikna ettim kendimi.
Ya da iki tane diyelim.:)
Üstteki replikten de anlaşıldığı gibi Polis Filmini dayanamayıp izledim bile.
Harikaydı bence.Zaten Onur Ünlü yazıp yönetmişse ve Haluk Bilginer de oynamışsa kötü olması beklenemezdi.
Ancak tabiki beğenmeyenler ve eleştrilenler olmuş ve hatta
Haluk bilginer filme sahip çıkıp,bi takım eleştrilere de şöyle cevap vermiş;

"...bu film Türk sinemasına ayrı bir tür kazandırmıştır. Onur Ünlü özgün bir adamdır ve çok cesur bir adamdır.
Bu filmin değeri eminim daha sonra anlaşılacaktır zaten ne zaman sanatçılar
döneminden farklı ve/ya da ileri bir eser verseler dışlanmaz mı alın işte size günümüzde ki örneği.
Onur daha çok film çekecek, çok güzel filmler çekecek…
Ve ne olursa olsun hepsinde oynamak istiyorum.
Onur’a da bunu söyledim.
Bir rol olması gerekmiyor; figüranlık yapacağım her filminde; sette olacağım,
zorla…
Zorla gireceğim o filme…"


Evet bence de izlemelisiniz ve dahası "Tekvir suresi
"
 

ve son olarak;  

Mayıs ayında olabilecek gelmiş geçmiş belki de en soğuk ve kasvetli cumartesi gününe,çok ama çok üşümemize rağmen,
Çengelköy eşliğindeki güzel sohbet ve filmler için Gökhan'a
ve Jack ki blogu şudur,

(http://tehlikeliaklinitirafi.blogspot.com
 
tekrar teşekkür ederim :)


26.05.2011


Galatasaraylı genlerle doğduğumu saklayacak değilim.6 yaşına kadar da Gs 'li fanatik bi velet gibi davrandığımı da.Öyleydim,öyle yetiştirilmiştim.
Ağzımda emziğim( evet 1. sınıfa kadar da emzikliydim :/ ) maçları takip eder,babamlarla birlikte marşlar söylerdim.Galatasaraylı olduğum yetmiyo ve hem de fanatiktim.6 yaşında bi bebek ne kadar fanatik olursa.(Sanırım bu dönem hayatımın en yanlış dönemiydi diyebilirim ,hıhım evet. :l )
Aslında Fenerbahçeli olmamda bu fanatikliğin payı büyüktür.Tabi dayımın sarı-laci propagandalarını da es geçmemek gerek,ve türlü rüşvetleri de.
öhöm,neyse.
ne diyodum hayatımın dönüm noktası diyodum.
Altı yaşında bi velet için geçerli takım değiştirme nedenlerim vardı işte.
Üstelik dayım türlü çikolatalar alıyodu ve puan durumu en somut başarı ölçümdü ve ve Fenerbahçe'nin galatasaraydan daha çok puana sahip olduğunu öğrenmiştim.Bunu öğrendiğim o anda galatasaraya kızgınlıkla kafamda şimşekler çaktı, fabrika ayarlarıma geri dönüverdim.Ve artık Fenerbahçeliydim.

Bu ani karar ailede özelliklede babamda şok etkisi yaratmıştı.Babam gibi birinin kızı nasıl olur da Fenerbahçeli olabilirdi.? Nasıl,nasıl?
Epeyce tepki aldım.Onların gözünde dönektim ve hep öyle kalacaktım ve hala bile.Hayatımın iki sezonu bocalamakla geçti.Artık ailedeki sarı-kırmızı sevinç gösterilerine uzaktan bakıyodum.Fenerbahçeli ve yalnızdım da.Ama pes etmedim.İnsan hayatında bi kere takım değiştirebilirdi ve takım değiştirme hakkımı kullanmıştım.
Sonra Fenerbahçeye daha çok bağlandım evdeki azınlık olma halim beni fanatikleştirmişti.Zor dönemler geçirdim.galatasaraylı olmak bi yana Fenerbahçe düşmanlarıyla aynı evde yaşıyodum (derbi maçlarında gülen hep ben olsam da) kaybedilen her maç gözyaşına dönüşüyodu.Ve alaycı tezahuratlara maruz kalmakta var tabi.
Biz kazandığımızda spor programları izlenmezdi evde.ancak onlar kazandıklarında türlü spor programları izlenir de izlenirdi.Onlar yenildiğinde ben sesimi çıkarmazken,biz yenildiğimizde türlü alaylara mazruz kalırdım.Dedim ya böylece daha da koyu bi taraftar haline dönüştüm.

Yani Fenerbahçe'nin her galibiyeti,her başarısı benim için çok daha fazla önemlidir işte.
Bu evde,bu ailede.
Bu kadar laf kalabalığı bunun içindi,bunu anlatmak içindi evet.:)

Son maçta babamın türlü taktiklerine rağmen(günler öncesinden trabzon'nun şampiyon olması halinde bi fakire bi miktar para vericeni söylemiş ,adakta bulunmuştu.Yo trabzonlu değildi ama Fenerbahçe şampiyon olmasın da kim olursa olsundu.),Fenerbahçe'nin rakibi kimse onu destekleyen,renkten renge giren bukalemunumsulara rağmen,Şampiyon olduğumuz için,yüzümü güldüren bi tanecik Fenerbahçeme çok ama çok teşekkür ederim.:)