21.07.2011



Hayatıma eşlik eden fon müzikleri vardır hep.Bunlar arada sırada dilime dolanan şarkılardan farklı olarak hep bi yerlerde çakılı ve ortaya çıkmak için uygun zamanı bekleyen melodilerdir.Aralarına yenileri katılsa da pek değişmezler.

Neşeli zamanlarda hep bi çizgi film aroması.Susam Sokağı başlarken ki tarifsiz mutluluk.Clementine'li heyecan,merak ve endişe,Dinozor Denver - ki gelmiş geçmiş en iyi çizgi film müziğidir bence- başlarken hissettiğim coşku ve Mock&Sweet müzipliği.

Hüzünlü zamanlarda ille de İncesaz,ille de ney.Yeni Türkü,Le moulin ile Yann Tiersen.Yalçın Tura'nın Umutsuzları bazen.Bazen de Canım Kardeşim filminin insanı perişan eden melodisi.Old Boy-The Last Waltz sonra.to bid you farewell ya da iki yol. Tom Waits amca var bi de.Ve bir de Khan Baji.

Sonra,sonra o muhteşem melodi çıkar ortaya.Kemal sunal filmleri içinde beni en çok etkileyen filme dair. En büyük Şaban ve  Cahit Oben tabiki.Filmle birlikte parça tesirli bomba etkili o melodi.Mutlu ya da mutsuz zamanlar diye ayıramazsın ama.Umut ve hüznü bir arada barındırır ve her daim fon müziği olabilir hayata.

9.07.2011

Aslında Jigglypuff'ın Bunla Hiçbir İlgisi Yoktu...


Memurus olma hayallerim adım adım suya düşerken,
Fenerbahçe zor günler geçirirken,
işsis,güçsüz,avareyken,
bilgisayarım da bozulmuşsa
tüm bunlar yetmez gibi Leyla İle Mecnun sezon finali yapmış,tatile girmişse,
üstüne üstlük izlediğin filmlerde buram buram acı varsa,
dikkat!
Sigaraya başlar gibi arabeske başlayabilirsin.
Hem de benim gibi bu abartılı müziği hiç sevmeyen biri olsan bile.
Hal böyleyken,Leyla ile Mecnun'nun sezon finalinde,zaten üzgünüz,İsmail abisiz naparız diye düşünüyoruz,al sana daha da üzül der gibi fonda beliren Ferdi Tayfur'un ağlamadan uyumayanlara tercüman olduğu şu şarkı öldürücü darbeyi vurmuştur.
Tebrikler!
Artık sen de arabesk dinleyicisi olmuşsundur.
Tarihimin sevdiğim ilk arabeski,tüm nakavt olanlara gelsin,gölgedekilere gelsin.
Hep beraber ağlayalım diye.:)


Arabeskten nefret edenler için muadil damar: :)

3.07.2011



...Her zamanki yerimizde oturmuş etrafı incelerken kapıda Zeki Demirkubuz belirdi.
Kalabalık kafede boş masa arıyordu ve yanımızdaki masa bomboş O'nu bekliyodu.
Etrafa bi göz attıktan sonra,
Bingo!
Evet oraya oturuverdi işte.Ünlü yönetmen yanıbaşımızda çay içiyodu şimdi.
Az sonra Mete Çubukçu teşrif etti mekana ve dosdoğru Zeki Demirkubuz'un yanına, dolayısıyla yanıbaşımıza.
Etraf bi anda ünlülerle dolmuştu sanki.Biz bi umut Tarık Hoca'nın izini sürerken hoca aramasın mı üstelik.
off tamam dedim şimdi gelicek ve yan masayla birlikte muhteşem bi sohbetin şahitleri olucaz.
Acaba gelecek mi,heyecan hat safhada.
Sonra kafenin uzak köşelerinin birinde- ufukta- Ufuk Bayraktar belirdi.
işte tam o sırada uyanmışım diyeceğimi sanıyosanız yanılıyosunuz çünkü bütün bunlar gerçekti.:)
Yani dün Cihangirdeki film teslimatı kafesinde cereyan etti.
Tarık Hoca bizi teğet geçse de -ki işlerinden ve yoğunluğundan dolayı -yine de olağan dışı bi cumartesiydi .

Sonra Cihangir Camii vardı bir de bak,süpriz gibi insanın karşısına çıkan boğazla birlikte...
Cemaati bi hayli az olduğundan biraz boynu bükük dursa da Boğaz'ın arkadaşlık ettiği ve üstelik
kıblesi denize doğru olan O camiye gidip,muhteşem manzarasını seyreyleyin kesinlikle.
Ayrıca namaz kılıp,dua edebilir ve hatta bahçesinde kitap da okuyabilirsiniz :)