24.10.2011

"ah beni de şu direğe bağlayın gitsin!"


 Artık buraya ne yazmam gerektiğini bilmiyorum.Ama daha fazla saçmalayamam.Kendi abuk sabuk sorunlarımdan,anlamsız umutsuzluklarımdan bahsedip sızlanamam.Bir haftadır üst üste gelenler...
Mutlu olmaya çalışma uğraşı bile beni utandırır etrafta bu kadar acı varken.Etrafta gerçekten sahici acılar varken,böylesine kuşatılmışken ,yaşamaktan bile utanır oldum.Belki de sıkıntıdan patlamam gerek.Ya da delirmem gerek.
Şu an bi yerlerde aç çocuklar var bi yerlerde üşüyen insanlar,bi anda hayatlarından olmuş hayatlarını kaybetmiş insanlar,paramparça olmuş aileler.Enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler var.Şu an bi yerde bi anne ağlıyo ve hiç bişey onu teselli etmeye yetmiyo.Şu anda bi yerde birinin kalbi çok kırık ve belki de az sonra infilak edecek.Bi asker var gelecek hayallerine dalmışken, aptal bi kurşun ona isabet edecek...
Yemek yemek,uyumak,gülmek? Sinir oluyorum kendime,bişeyler yapamıyo olmaktan dolayı hem de çok!

16.10.2011

Saçmalık Bunlar!


*Pes edip, ney kursunu bırakmaktan daha da kötüsü,tekrar kursa gitmeye karar verdiğinde karşında aynı hocayı görmek,hocanın seni seneler sonra tanıması ve bir daha kurstan kaçmayacağına dair bütün sınıf önünde söz almasıdır.
Dahası anlattığı kavramları önce sana sorar:
-evet bu ses neydi melek?
+ kem küm, la dügah mıydı acaba?
-hayır! sol rast!!
ve sonra uzunca bi müddet sınıfta kalmış öğrenci hissiyatı...

*Geçenlerde twitter'da Tarık hoca'nın bahsettiği öldükten sonra internet hesaplarımızın akıbeti konusu acayip kafama takıldı.Facebook vs.beni pek endişelendirmez ne de olsa akrabalar var belki cenaze törenim,7 ya da 40'ım için etkinlik bile oluşturup,insanları haberdar ederlerdi :)
Ama blogumun durumu ve benden sonraki geleceği ne olurdu?
Acaba buraya hangi süreyle bişeyler yazmazsam öldüğümü düşünürdünüz.
6 ay mı?, 1 sene mi?
Vasiyet yazmayı daha önce hiç düşünmemiştim.
Çalıştığım dönemde biriktirdiğim (ki bu ne biçim bir kelimedir böyle "biriktirmek")lakin günden güne azalan bi miktar param,bi kısım kitaplarım,laptop ve blogumdan başka bişeyim yokken sırf blogum için bir vasiyet yazmayı ve şifremi güvenebileceğim bir arkadaşıma bırkmayı ciddi ciddi düşünüyorum.En azından son postu girsinler,öldüğümü duyursunlar diye...

*Burda filmlerden bahsetmeyeli uzun zaman oldu ama ben son surat film izlemeye devam ediyorum.
Mayıs sonundan bu yana 173 film ve geçen cumartesi yani 8 ekimden bu güne ise 18 film izlemişim.
Evet hala bi rekor değil zaten amacım rekor kırmak da değil.
Ancak izlediğim filmlerin bana, hayatıma çok şey kattığını düşünüyorum ve hayatımın bu en verimli kısmı için çok da seviniyorum.
Evet bu kadar filme rağmen hala somut bir arşivim yok ama benim arşivim kafamın içinde :)
Selam durulması gereken filmlerden alıntılara ise yanda yer vermeye çalışıyorum.
Ancak blogger artık blogumun kontrolsüz büyümesine dur dedi.Yeni alıntılar için eskileri kurban vermek zorunda kaldım.Buna çare olarak ise çok önemsediğim replikler ve alıntılar kısmını kimi zaman post halinde atmayı düşünüyorum.Başka çare kalmadı.

5.10.2011

"portakalın içi de dışı gibi portakal rengidir."



"Bir zamanlar anadolu'da dersin böyle bir gece yaşamıştık.. anlatırsın işte masal gibi.."


İzleyin,hala izlemediyseniz mutlaka gidin,tarihe tanıklık edin.Dünyanın en güzel kavun toplayan adamı var bu filmde,en güzel kapıdan bakıp çıkan amcası,en etkileyici bakışlara sahip savcısı var,en talihsiz komiseri,en etkili finali var,gidin güzel insanlarla izleyin.


Sonra gidin Çeşme'ye. Ya da gitmeyin ,boşverin.Uzak ,pek çok uzak İstanbul'dan yani.
İzmir'den bile 100 km nerdeyse, ya da gidin gidin :)
Gitmek gerek bazen.
Çeşme'nin meşhur rüzgarıyla manzarayı seyreyleyin...

 Ve okuyun İtibar dergi çıktı.Türkçe Sözlü Hafif Bir Acı,biticek korkusuyla sindire sindire okunan muhteşem şiirler var.Tadı damakta kalan hikayeler,güzel güpgüzel insanlar var.
Kaçırmayın,bayinizden ısrarla isteyin :)